EĞİTİMDE SEYİRCİ ETKİSİ
“13 Mart 1964’te Kitty Geneovese adlı genç bir kadın New York’un Queens ilçesindeki evine giderken, herkesin gözleri önünde tanımadığı bir adamın bıçaklı saldırısına uğradı. Olay evinin çok yakınlarında gerçekleşti ve çok sayıda komşusu yardım çığlıklarını duyduğu, olaya tanık olduğu halde hiçbiri ne polisi aradı ne de Kitty’e yardıma koştu. Herkes olan biteni sadece seyretti. Oysa olaya tanık olanlar eğitimli ve duyarlı kişilerdi aslında. Ama ne olmuştu da hiç kimse Kitty’e yardım için parmağını dahi kımıldatamamıştı.”
Bibb Latane ve John Darly isimli iki sosyal psikolog bu olaya, herkesin baktığı gibi “empati eksikliğinden” değil de farklı açıdan bakmaya karar verdi ve araştırma yapmaya başladı.
Latane ve Darly, şahit sayısının fazla olmasının bu tür tanık davranışlarının üzerinde baskın bir şekilde etkili olduğunu düşünüyorlardı.
Bu iki araştırmacı bir dizi ve uzun yıllar sürecek olan deney çalışmalarını başlattılar. Sara krizinden, yangın alarmına, gaz sızıntısından trafik kazasına kadar bir yığın sosyal olayda, şahit sayısı arttıkça ortaya çıkan bireysel davranışları gözlemlediler ve inceleyip analiz ettiler.
Sonuç olarak gördüler ki; yardım eden sayısı arttıkça, kişilerin gayreti düşüyor.
Tanık sayısı arttıkça, tanıkların herhangi birinin kendiliğinden öne çıkarak ihtiyaç duyan kişiye yardım etme ihtimali zayıflıyor.
Oysa olaya tek başına tanık olunduğunda, kişi kendisini birinci dereceden sorumlu hissederek aniden harekete geçiyor ve farkında olmadan bir anda olayı seyreden durumundan çıkıp, sonuçta etkili olmaya çalışan bir oyuncu oluveriyordu.
Latane ve Darley, tanık sayısına göre ortaya çıkan bu değişken durumu “seyirci etkisi” olarak kavramlaştırıp çığır açan çalışmalarına buradan hareketle devam etmişlerdir.
Latane ve Darley’in seyirci etkisi şunu net olarak ortaya koymuştur: Yardıma ihtiyacı olan kişinin çevresinde ne kadar çok insan varsa, herhangi birinin yardım etme ihtimali de o kadar düşmektedir.
SEYİRCİ ETKİSİ VE EĞİTİM
İnsanların yazabilen ve yazılanı okuyabilen durumuna gelmesi, sembolik düşünme becerilerinin önemli bir aşamaya geçmesini sağlamış ve bu durum zihinsel gelişim süreci açısından sıçramalara yol açmıştır.
Yazan ve okuyan durumuna geçen insanların zihinsel sıçramaları anlamına gelen, metabilişsel düşüncenin ve sezgisel aklın gelişmesi, aynı zamanda haberdar olan – sadece bilen insandan, düşünen ve düşünür olan insana geçişi de beraberinde getirmiştir.
Sezgisel akıl ile satır aralarını okuyabilen, yeni durumların şifrelerine erişebilen ve metabilişsel bir zihinsel tepki ile akıl üstü düşünebilen insanlar, zaman içerisinde metaforlar yaparak, zıtlıkları anlamlı bir şekilde birleştirip beklenmedik ürünler elde etmeye başladıklarında artık “DÜŞÜNÜR” prototipinin ortaya çıktığı dönem de başlamış oldu.
Biz de bilimi zorlayan ve bilim insanını aşan “düşünür” boyutundaki araştırmacıların yaptığını yaparak “acaba seyirci etkisi hayatın başka alanlarında da görülür mü?” metaforik sorusunu kendimize sorduk.
Bu soru bizi, bugün eğitimde göze batan en yaygın uygulamalardan biri olan eğitim hizmeti adına öğrencinin etrafını, onun sorularını-sorunlarını çözen uzmanlarla kuşatmanın yol açtığı sorunlara daha yakından bakmamıza yol açtı.
Bilinen bir gerçek ki, hemen hemen dünyanın her ülkesinde eğitim kurumlarının çocuğa verdiği hizmetlerin içerisinde bu uygulama mutlaka bulunmaktadır.
Peki çocuğun yaşadığı akademik soruna tanık olan uzman sayısının bu kadar çok olması ne gibi sonuçlar doğurmaktadır.
Bu konuda yaptığımız araştırmalarda iki önemli sonuca ulaştık:
Birincisi: Öğrencinin yaşadığı sorunun çözümüne katkı sağlayacak uzman-tanık sayısının çok olması nedeniyle, uzmanlar kendi üzerlerine düşen gayreti tam olarak gösterememekte ve seyirci etkisine kapılmaktadırlar.
İkincisi; çocuk evrilmiş bir seyirci etkisine kapılarak, öğrenme ve anlamayı hep bir sonraki uzmana ve onun anlatımına bırakmaktadır.
Öğretmen veya öğrenci üzerinde görülen bu seyirci etkisi, özellikle ülkemizdeki “kurs” adı altında faaliyet gösteren oluşumların “soru çözüm saati” adı altındaki uygulamalarında çok daha net olarak görülmektedir.
Soru çözüm saatleri, öğrencinin soru çözen öğretmeni seyretmesi ve öğretmenin de soru çözümünü izleyen öğrencileri “izleme” düzeyinde tutması tarzında karşımıza çıkmaktadır.
Bu tür uygulamalarda mutlaka her eğitim kurumu ve eğitimcinin yapılanın, öğrenciye seyirci mi yoksa oyuncu mu rolünü verdiğine dikkat etmeleri gerekmektedir.
Öğrencilerin problemleri; hep birlikte ve öğretmenleri ile beraber çözmeye çalışmasını “Aklın Notaları” adlı kitabımızda “SOSYAL AKILSIZLAŞMA” başlığı altında ele aldık. Orada da değindiğimiz gibi bu Ringelmann’ın bilimsel çalışmasında karşımıza çıkan tam bir “SOSYAL AYLAKLAŞMA” halidir.
Sosyal aylaklaşma, çıkış noktası farklı da olsa bir yerde seyirci etkisi ile birleşmekte ve her iki çalışma birbirini tamamlayıp güçlendirmektedir.
Sonuç olarak, soru çözen öğretmeni seyreden öğrenciden, soru çözen öğrenciyi gözlemleyip, çözüm adına veri toplayan öğretmene geçmeyi başarmak gerekmektedir.
Bu biraz da öğrencilerin, akademik rehberlik ışığında bireysel çalışmalarını desteklemek ve bunu sağlamak anlamına gelmektedir.
Hoşça kalınız.
Süleyman BELEDİOĞLU