STRESTE DON KİŞOT ETKİSİ*
*Bu bir Süleyman Beledioğlu tanımlamasıdır.
Düşünür William James “Ayıdan korktuğumuz için kaçmayız, kaçtığımız için korkarız” diyor.
Günümüz öğrenci psikolojisine döndüğümüzde “stres korkuya yol açmaz, korktuğumuz için stres oluruz” cümlesini çok rahatlıkla kurabiliriz.
Eğitim dünyasından ve ülke gerçeklerinden öğrenci ve veliye baktığımızda, stres korkusunun, stresin kendisinin çok önüne geçmiş olduğunu görürüz.
Bu psikoloji adeta, stresin özel olarak üretilir hale gelmesine de neden olmuştur.
Aileler, eğitim kurumları ya da öğretmenler kendi üzerlerine düşeni tam anlamı ile yapmış olduklarını ispatlamak için muhtemel başarısızlığı strese pas ederek, şiddetleri üzerlerine çekmekten kurtulmaya çalışmaktadırlar.
Ailelerin eğitim-öğretim çağındaki çocuklarına, sürekli olarak gelecek korkusu ve tehlike senaryoları ile olabilecek alanları çok aşan ihtimalleri onların önlerine sermeleri, çocukta farazi tehlike algısı oluşmasına neden olmaktadır.
Oysa aileler bunu yaparken ortada ne bir gerçek problem ne de olumsuz bir gerçek yaşam vardır.
Ailelerin yaptığı adeta karadaki çocuğu suda boğulmaktan kurtarma çabasından başka bir şey değildir.
Bu tam bir Don Kişot etkisi ile ortaya çıkan tepki olup, faydasız ama çocuğa çok zarar veren bir durumdur.
Çünkü çocuk bu durumda bizim “EGO STRESİ” olarak tanımladığımız; şartlar ne olursa olsun başarıyı yakalama duygusuna kapılıyor ve bu da egolarımız kaynaklı bir strese yol açıyor.
Çocuk bütün çalışma ve elde etme gayretlerine rağmen başaramayınca “kafasız” damgasını yememek ve başarısız bir halde yakalanmış olmamak için; kendisini bütün bunlara karşı koyan sevgili ve ezeli dostu strese sığınarak rahatlama yolunu seçiyor.
Bilimsel çalışmalar gösteriyor ki, çocuklar 9 yaşına kadar “inkar” yöntemini, 9 yaşından sonra da “YANSITMA” yöntemini kullanmaktadırlar.
Yansıtmada çocuklar kaygılarını ve içsel korkularını hafifletmek için, kabul edilemez durumlarını başkalarına aktarırlar.
Bunun eğitime yansıması ise, kendisi dahil çoğu arkadaşının, öğretmen, gürültü ya da stres yüzünden istenilen sonucunu alamadıklarını söyleme şeklinde karşımıza çıkar.
EGO STRESİ
Strese yönelik olarak sürekli ürettiğimiz bahaneler acaba egomuzun işi mi?
İd – Ego – Süper Ego’muz stres algımızı nasıl etkiliyor acaba?
Bu kavramları çok basit olarak şöyle kabul edebiliriz:
İD: Haz ilkesine göre hareket eder. Hiçbir toplumsal kuralı dikkate almadan sadece kişisel tatmin peşinde koşar.
EGO: Şartları gözeterek, İd’in isteklerini dengeler ve onları tatmin eder. Yani Ego’muz İd’imizin emrindedir.
SÜPER EGO: Toplumsal ve ailevi kural ve ilkeleri temsil eder. Ahlakçıdır.
Örneğin: Arkadaşınızın evindeyken masanın üzerinde bir miktar para görseniz: İd bu parayı almanızı ister. Ego: Parayı yakalanmadan almanın yollarını arar. Süper Ego: Bunun hiç uygun olmadığını söyler.
Bu örneği eğitim ortamına evirdiğimizde;
Sınav dönemindeki bir öğrenci:
İd’in: Mutlaka başar komutunun baskı ve stresi altına girer.
Ego’nun: Mutlaka başar, başaramazsan da başarısızlığına kılıf bul arayışı ve söylemi içerisine sürüklenirken,
Süper Ego’nun: Bırak bahaneleri yeterince çalışmadın, eksiğin çoktu. Bunları hallet tekrar dene düşüncesine kapılır.
İÇİMİZDEKİ DON KİŞOT
İd ve Ego kökenli stresimiz, içimizdeki Don Kişot’umuzun yol açtığı strestir.
Aslında Ego’muz kendisine “stres” adı altında bir gizli tanık bularak bütün başarısızlığı ona yıkıp rahatlama yolunu seçmektedir.
Ortaya koyduğu çalışma ve akademik bilgi birikimini ego çeşitli bahanelerle koruma altına alıyor.
Çevrenin “aptal” yakıştırmasına karşı da bir korunmadır aslında bu.
“Aptal” nitelemesine karşı çocuk “yer değiştirme” benzeri bir savunma mekanizması içerisine de girebilmektedir.
Bu durumda çocuk kendisine karşı yöneltilen yıkıcı eleştirilerden kurtulmak için sorumluluğu yüklediği strese ya da aileye veya arkadaşlara öfkeyle yaklaşıp, onlara karşı eleştirel bir tutum içerisine girebilir.
Sonuç olarak “korkmamız gereken tek şey, korkunun kendisidir” diyor Roosvelt. Bu belki de en çok üzerinde düşünmemiz gereken şeydir.
Hoşça kalınız.
Süleyman BELEDİOĞLU